Akif Bedir-Magdurlar.com
Altı ay olmuştu soğuk demir halkalar bileklerine takılalı ama evden polisler eşliğinde çıkarken iki yaşındaki kızının babasının kucağında “Anne mi götürmeyin, annemi istiyorum!” çığlıkları Sevgi Hanım’ın kulaklarında her gün biraz daha artıyordu.
Gece biraz uyuyabilirse gece namazlarına herkesten önce kızının çığlıklarıyla uyanıyordu. Abdest almadan önce gözyaşlarıyla eli yüzü yıkanıyordu. Koğuşta pamuk ipliğine bağlı duygular Sevgi Hanım’ın inlemeleriyle kopuk birbirine karışıyordu. Gözler ağlıyor, gönüller hüzünleniyor ama sabırla isyan deryasına en ufak bir yelken açılmıyordu. Birbirine sarılan yürekler koparılmaz çelik halat haline geliyor. Bırakın yelkenliyi dev gemileri umut limanında tutuyordu.
Sevgi Hanım’ın anne ve babası da bu süreçte kızlarının durumuna çok üzülüyorlardı. Sevgi Hanım, her görüşte dik durmaya çalışsalar, iyiyiz deseler de üzerlerine çöken evlat hasretinin izlerini yüzlerinin her çizgisinde okuyabiliyor, gözlerinin derinliklerinde yanan ateşin alevlerini görebiliyordu.
Oysa “Anne ve babasının yaşlılıklarına denk gelip, cennete giremeyenlere yazıklar olsun” diyen bir Peygamberin sevdalısıydı. Tam onların etrafında pervane olma zamanında, onlardan uzak kalmış olmak, Sevgi Hanım’ı hapiste zorlayan ikinci olaydı.
İnsanlara Allah’ı ve Peygamberi anlatmaktan başka da bir suçu (!) yoktu. İyiliğin, insanları kucaklaştırmanın, medeniyetler arasında sevgi köprüleri kurmanın suç olabileceği hiç aklına gelmemişti. Olanların akılla mantıkla açıklanacak bir tarafı yoktu. Neden? Niye? Sorularını sormuyor, sabırla olayın sonunu bekliyordu.
Kader büyük dairede kendi örgüsünü örerken, her birey de kendine düşen payı yaşamaya devam ediyordu.
Yıkılmamak için Allah’la irtibatını daha artırmıştı. Diğer ibadetlerinin yanında tutabildiği kadar da oruç tutmaya çalışıyordu.
Sevgi Hanım birkaç haftadır babasıyla ilgili kötü rüyalar görüyordu. Son açık görüşte babasını iyice çökmüş görmüştü. Zor nefes alıyordu.
Koğuşun kapısı kulakları tırmalayan sesiyle açılınca herkes ayağa kalkmış, nabızlar artmış, gardiyanın söyleyeceği ismi bekliyordu. Sevgi Hanım, ismini duyunca dizlerinin bağı çözülmüş, yere yığılmıştı.
Kendini toparlayınca gardiyan koluna girmiş ve müdürün odasına gitmişlerdi. Babasına bir şey olduğunu düşüyor, gözyaşlarına hakim olamıyordu.
Müdür normal bir şey duyuruyormuş gibi soğuk, duygusuz bir ses tonuyla Sevgi Hanım’a, annesinin vefat ettiğini, cenazenin ikindi namazında kaldırılacağını söyleyiverdi.
Gardiyan tekrar koluna girip Sevgi Hanım’ı koğuşa getirdi. Müdür kendisine izin verdiğini, araç hazırlattığını ve hazırlanması söylemişti ama bunları Sevgi Hanım duymamıştı. Durumu anlayan gardiyan koğuştakilere, olayı anlatıp yarım saat sonra gelip mahkumu alacağını söyleyip, çıkmıştı.
Koğuştaki herkes kendi annesi ölmüş gibi haberden etkilenmişti. İçlerinden dirayetli birkaç kişi kendini toparlayıp, Sevgi Hanım’ı cenaze için hazırlamıştı.
Eli yüzü yıkanıp kendine getirilen arkadaşlarına, “bak kendini toparla kızın seni böyle görmesin, isyan etme sabır çek, ecel değişmez kardeşim günü tükenen gidiyor, unutma imtihan devam ediyor” gibi birçok nasihat edip Sevgi Hanım’ı gelen askerlere teslim ettiler.
On asker eşliğinde elleri kelekçeli araca bindirildi. Sevgi Hanım dilinde sabır çeke çeke mezarlığa getirildi. Araçtan indiğinde cenaze de mezara konuyordu. Mezarlığa getirilirken Sevgi Hanım’ın elleri kelepçeliydi. Küçük kızı koşarak gelip annesinin ayaklarına sarıldı.
Sevgi Hanım diz çöküp, kelekçeli ellerini kızının başından geçirip sarıldı. Derin derin kuzusunun kokusunu içine çekti.
Hem ağlıyor hem de askerler arasından defin işlemlerini takip ediyordu. Babasını göremiyordu. “Ya annesinin başından ayrılamıyor ya da dayanamadı hastaneye kaldırdılar” diye düşünüyordu. Mezarlık çok kalabalık olduğu için babasını görememiş de olabilirdi.
Başta askerlerden çekinen bayan akrabaları daha fazla dayanamamış ve gelip Sevgi Hanım’a sarılmışlar, beraber ağlamaya başlamışlardı.
Az ilerde oturmuş daha doğrusu yıkılmış ablasının, gelip kucaklaşmayışına bir anlam veremiyordu.
Defin işlemi tamamlanmış erkekler taziyeleri kabul etmek için mezardan uzaklaşınca bayanlar ve askerler eşliğinde Sevgi Hanım annesinin mezarının başına geldi.
Sevgi Hanım ve ablası annelerinin mezarının başında sarılıp uzun uzun ağladılar.
Sevgi Hanım az kendini toparlayınca ablasına “Babam nerede abla niye cenaze de yok, dayanamadı da hastaneye mi kaldırdınız?” dedi.
Gök gürler gibi içinde biriktirdiği acılar birden boşalıp çağladı. “Babam” dedi, gerisini getiremedi ablası. Bir yandaki mezarı gösterirken, bütün vücudu elektirik çarpmış gibi titriyordu.
Mezarın başındaki tahtada yazan ismi bulanık gözlerle okuyup diğermezarın üstüne “Babaaaaaa” diye kendini atan Sevgi Hanım bayılmıştı.
Manzaranın dayanılacak bir tarafı yoktu. Askerler de için için yaş döküyorlardı. Başlarındaki sorumlu asker, Sevgi Hanım’ın kelepçelerini çözdü. Annesini mezarın üstünde hareketsiz yatarken gören küçük kızı da “Annem ölmesin” diye ağlıyordu.
Sevgi Hanım’ın yüzünü yıkadılar, yarım saat sonra kendine gelebilmişti. Biraz su içmesini isteyince oruç olduğunu söylemişti.
Babası, annesinden bir hafta önce vefat etmişti. Annesi “ben kızımı elleri kelepçeli çaresiz görmeye dayanamam haber vermeyelim” demiş, bunun üzerine haber vermemişlerdi. Bir hafta sonra da annesi vefat edince, iki acıyı birden yaşıyordu.
Aksam ezanına az kalmıştı. İftarını evde yapması için askerlerden rica minnet izin aldılar. Kızını kucağına alıp rahat rahat başını okşayabiliyordu. Kızı da olayın etkisinden kurtulamamış hala iç geçiriyordu.
Bir odaya askerler için sofra hazırlandı. Diğer odada da Sevgi Hanım için hazırlandı. Ezan okununca orucunu açmak için biraz su içebildi, birkaç lokmayı zorla yutabildi.
Askerler artık gitmeleri gerektiğini söyleyince kızınıkucakladı, öptü, kokladı. Ablasını yeğenini annesinin kucağından zorla alıp, diğer odaya götürdü.
Askerler Sevgi Hanım’ın ellerini araca binerken tekrar kelepçeledi. Araç hareket ederken koğuşa artık bir canlı cenaze taşıyorlardı.
Küçük kızı olmasa ve dini yasaklamamış olsa, çoktan dünyanın altındaki sandalyeye tekme vuracaktı ama sabıra sabrı öğretircesine sabretmesi gerektiğini biliyordu.