Erhan Başyurt-tr724.com
Selahattin
Demirtaş, Türkiye’de siyaset yapan isimler arasında kıvrak zekası ve hitabet
kabiliyetiyle takdir ettiğim bir isim.
Cumhurbaşkanı
adayı olarak aldığı yüzde 13, onun oy potansiyelinin HDP’de olduğu için sınırlı
kaldığının delili.
Genel kanaat, ‘CHP’de lider olsaydı, iktidar alternatifi
olabilirdi’ şeklinde. Kişisel kanaatim de bu yönde…
***
Seçilmiş bir
milletvekili olarak tutuklanmasını, siyaset yapmasının önünün kesilmesini
yanlış buluyorum.
HDP Eş
Başkanı olduğu halde tutuklanması, dokunulmazlığın kaldırılmasına ‘şuursuz’
destek veren CHP’nin eseri.
Ki bu hata
bizzat CHP’yi de vurdu ve Enis Berberoğlu düzmece iddialarla, üst mahkemenin
bozma kararına rağmen halen tutuklu.
Diğer CHP
vekilleri üzerinde de bu hatalı karar ‘Demokles’in
kılıcı’ gibi bir baskı unsuru olarak dolanıyor.
***
Demirtaş,
farklı ve azimli bir siyasetçi olduğunu, tutuklu bulunduğu cezaevinde resim
yaparak ve şiir, hikâye yazarak da gösterdi.
Saz çalıp,
türkü de söyleyen kabiliyetli bir isim…
***
Demirtaş’ın
duruşması nihayet başladı.
Savunması,
haksız ithamlara karşı dik duran bir mağdur portresi ortaya koyuyor.
***
Demirtaş,
hakkında nasıl bir siyasi infaz kararı olduğunu savunmasındaki ‘fezleke
birleştirme’ oyunuyla ortaya koyuyor:
‘23 no’lu fezleke dahil olmak üzere 31 no’lu fezlekeye kadar 9
fezleke; gözaltı ve tutuklama tarihim 04/11/2016.
9 fezleke 9 ayrı şehir veya bölgede; kimi 4 yıl, kimi 5 yıl,
kimi 3 yıl, kimi 1 yıldır soruşturmaları devam eden fezlekeler bunlar. Hiçbiri
yetkisizlik kararı vermemiş.
Çünkü konuşmanın yapıldığı yer örneğin Kızıltepe, örneğin
Bingöl, Batman. Dolayısıyla oranın Cumhuriyet Savcıları yetkili oldukları için
soruşturma açmışlar. Hepsi de ağır ceza bölgeleri. Ağır ceza mahkemeleri de
var. Ağır ceza soruşturması yürüten cumhuriyet başsavcılıkları da var.
Fakat soruşturmalar tutuklanmama 4 gün kala, 2 gün kala, 3 gün
kala ve 1 gün kala yetkisizlik kararlarıyla Diyarbakır’a gönderilmiş…’
***
Demirtaş,
siyasi yargı tuzağını şu tespitleriyle daha da net ortaya koyuyor:
“Şimdi, 6‐8 Ekim olayları olarak bilinen 31 no’lu fezleke, onun
hikayesi bu kadar basit değil. Kısa birkaç şey var. Okuyayım neler yapılmış bir
görelim:
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/500 sayılı soruşturması ile soruşturma başlatıyor,
yıl 2014. 6‐8 Ekim’den yaklaşık bir ay sonra soruşturmayı başlatıyor. Bizimle ilgili fezleke 2016
yılının üçüncü ayında düzenleniyor. Bu arada Türkiye’nin değişik şehirlerinde 6‐8 Ekim ile ilgili soruşturmalar sürüyor. Bizim hakkımızda değil olaylar hakkında, başta failler hakkında. Batman, Trabzon, İstanbul ve daha birçok şehir. Buralarda
mahkemeler ve savcılar, özellikle savcılıklar yetkisizlik kararı alarak dosyayı
Ankara’ya gönderiyor ve bütün Türkiye genelinde gerçekleşmiş 6‐8 Ekim olayları ile ilgili Ankara’da toplanması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına dosyalar gönderiliyor.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘ben yetkili
değilim’ diyor, ‘herkes kendisi
yürütsün soruşturmasını’ diyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
yetkili olduğu kesin olmak üzere Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesi karar alıyor.
Diyor ki Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, gelecek bütün 6‐8 Ekim dosyalarını ‐ bizim dosyamız değil dikkatinizi çekerim, başka zanlılar hakkındaki dosyaları‐ Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı birleştirecek, soruşturma tek elden yürütülecek diyor.
Bu arada
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da bir 6‐8 Ekim soruşturması yürütüyor, kendisi de bir yetkisizlik kararı verip Ankara’ya gönderiyor. Ankara kabul etmiyor. Bakın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 6‐8 Ekim ile ilgili ‘ben yetkili değilim’ dediği dosyayı
Ankara’ya gönderiyor, Ankara kabul etmiyor, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi
kesin olmak üzere Ankara’nın yetkili olduğuna karar veriyor. Dolayısıyla
Diyarbakır’daki 6‐ 8 Ekim dosyası Ankara’ya geliyor. Orada biz de zanlıyız.
Daha sonra ne
oluyor bakın, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklanmamıza dört gün kala
yetkisizlik kararı veriyor. Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kesin kararı
var ‘yetkili sensin’ diyor.
Başsavcılık buna rağmen yetkisizlik kararı veriyor, Diyarbakır’a gönderiyor.
Tutuklanmama dört gün var. Normalde yetki meselesi çözülmüş, iki tane ağır ceza
mahkemesi kararı var ortada. Boğazlıyan ve Ankara Batı Üçüncü Ağır Ceza
Mahkemesi’nin kararı var. Ankara geri gönderiyor Diyarbakır’a, diyor ki ‘yetki
sendedir, sen soruşturacaksın’.
Tuhaflığa
bakın. İddianamemi hazırlayan Savcı Kurtça Eker diyor ki tutuklanmama üç gün
kala, ‘hayır ben yetkili değilim, daha
önce verilmiş bir karar var sen yetkilisin’.Ankara Batı 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin kararını hatırlatarak, geri gönderiyor. Aynı gün yani Diyarbakır’ın
karar verdiği gün savcılığı yeniden karar veriyor, ‘hayır
sen yetkilisin anlamıyor musun’ diyor. Bu kez ‘ha anladım’ diyor. Kabul ediyor, iki
tane ağır ceza mahkemesinin kararına rağmen dosya bu kadar gidip geliyor,
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 6‐8 Ekim dosyasını bu iddianameye koyuyor ve soruşturmayı yürütüyor.
Bu şekilde 9
fezleke. Bariz bir şekilde siyasi iradenin iktidarın müdahalesi, çünkü başka
şekilde koordine edilemez. Başsavcılık nasıl işliyor biz de biliyoruz.
Koordinatör başsavcı diye bir şey yok ki. Dolayısıyla herhangi bir savcı da ‘ben koordinatörüm’ diye görev
üstlenemeyeceğine göre birileri tek tek bu savcıları arayıp dosya Diyarbakır’da
birleşecek, hepiniz yetkisizlik kararı verip Demirtaş’ın dosyalarını
Diyarbakır’da tutuklamaya etkili olabilecek şekilde birleştireceksiniz. Bu
kadar net…”
***
Harika
şekilde, nasıl bir kumpasla karşı karşıya olduğunu somut delillerle ortaya
koyuyor, Demirtaş.
Demirtaş
bununla da yetinmiyor. İlgi çekici bir ayrıntı daha veriyor savunmasında, diyor
ki:
“4 Kasım
akşamı benimle birlikte 15 milletvekili arkadaşımız, Eş Genel Başkanımız Sayın
Figen Yüksekdağ da dahil olmak üzere evimiz basılıp, adeta kaçırılarak
alınırken, plan zaten yapılıyordu. BİZ
BUNLARI BİLMİYOR DA DEĞİLİZ. Ben 12 yıllık milletvekiliyim, 8 yılım eş
genel başkanlıkla geçti. Devlette, hükümette ne oluyor, neler koşuluyor iyi
biliyoruz.
BANA YÖNELİK OPERASYON 6 EKİM AKŞAMI (Kobani
olaylarının yıldönümünde). Ama benim bir yurt dışı programım vardı, 5’inde yurt
dışındaydım, operasyon ertelendi. Hatta operasyonu planlayanların fırça
yediğini de biliyorum, ‘niye yurtdışı yasağı koymadınız’ diye. Ben bile bile, CEZAEVİNDE GİYECEĞİM ORTOPEDİK AYAKKABIYI DA
SATIN ALARAK TÜRKİYE’YE DÖNDÜM, bir süre sonra evim basıldı, milletvekili
arkadaşlarımla birlikte gözaltına alındım.
Şimdi, bu
aşamaya geldik tabii. Mahkemeniz bu yetkisizlik konusundaki hukuk
skandallarıyla ilgili dosyaları birleştirebilirdi. Suçun alt ve üst limitini
artırmak, kaçma şüphesi oluşturmak kendince ve işte ifadeye de gelmedin deyip,
150 yıl istenen biriyle ilgili tutuklama yapılması normaldir algısı oluşturmak.
Buydu. Bu bir siyasi operasyondu. Ve savcılıklar bunların parçası oldular…”
***
Demirtaş,
adil bir yargılama yapılmadığını, savunma hakkına saygı gösterilmediğini de
aynı şekilde net ifadelerle ortaya koyuyor.
“Geçen celse
iddianame eklerine dair bana bir CD tebliğ ettiniz ve bunu cezaevinde incelemem
üzerine cezaevine yazı yazdınız. Cezaevinde de karar alındı. Haftada iki gün
ikişer saatten 4 saat bilgisayar kullanma izni verildi.
Fakat CD’yi
açtığımda şöyle bir şeyle karşılaştım: 11772 sayfa ek belge var. Sadece bana
tebliğ edilen. O günden bu yana dosyaya dahil olanları belirtmiyorum. Haftada 4
saat cezaevinde bilgisayarla evrakları okuma hakkım var. Ortalama bir hızla okursam,
sadece okursam; inceleme değil, birbiriyle ilişkilendirme, bağlantı kurma
değil; sadece haftada 4 saat bu belgeleri okursam ortalama bir hızla 5 yıl 4
ayda okumayı bitirebiliyorum. Bana tutuklandığımdan 15 ay sonra tebliğe edilmiş
belgeleri cezaevinde bu koşullarda okumam tam 5 yıl 4 ay sürüyor.
Benim okumam
için de 5 yıl 4 aylık süreye ihtiyacım var. Doğrusu bu aşamada içimden şu
talepte bulunmak geliyor: Tutukluluğumun devamına karar verilsin, 5 yıl 4 ay
sonraya da gün verilsin, okuyayım, geleyim savunmamı yapayım. Çünkü iddia
makamı sonuçta beni o delillerle suçluyor. Hangi delil hangi olayla bağlantılı,
hangi fezlekenin veya hangi suçlamanın delili hangi klasörde, hangi sayfada?
Bütün bunlar kapsamlı bir çalışma gerektiriyor. Tutanak’a geçsin diye söylüyorum.
Şu konuda da samimiyim; mahkemeniz bana 5 yıl 4 ay süre veriyorsa
tutukluluğumun devamına da karar verip 5 yıl 4 ay sonraya gün verirse hiçbir
gün tutukluluğuma itiraz etmeden geleceğim, burada savunmamı da yapacağım. Bu
konuda samimiyim, tutanaklara geçsin…”
Demirtaş, 8
saat okunsa 6 ayda bitecek bu delileri, hakkında 3 ayda iddianame hazırlayan
savcılık makamının da mahkeme heyetinin de okumamış olduğuna dikkat çekiyor…
***
Demirtaş bir
hukukçu olmasının verdiği birikimle, akla ve mantığa hitap eden harika bir
savunma yapıyor.
***
Ancak
savunmasının ilerleyen kısımlarında, yukarıdaki dik duruşa yakışmayan bir
‘strateji hatası’ yapıyor.
Şöyle ki, tüm
bu fezlekelerin ‘FETÖ kumpası’ olduğunu, hazırlayan savcı ve dinlemeleri
yapanların tutuklu olmasıyla izah etmeye çalışıyor.
Benzer bir
izahı, Güneydoğu’da sivillere yönelik ağır insan hakları ihlalleri yapılan
‘hendek operasyonları’ ile ilgili de öne sürüyor.
Demirtaş’a
göre, hendek operasyonlarını yapan komutanların hepsi de tutuklu ve hatta Semih
Terzi öldürüldü…
Demirtaş’a
göre, FETÖ’nün amacı ‘Çözüm Süreci’ni
baltalamaktı…
***
Bu savunma
akla yatkın mı?
Diyelim ki,
gerçekten o fezlekeler ‘FETÖ kumpasıydı’…
Peki o fezlekeleri bugün birleştirenler, hakkında tutuklama kararı verenler ve
hatta kendisini hücreye mahkum edenler de mi FETÖ’cü?
İşin gerçeği
şu, o dönem siyasi talimatla hareket edenlerin yerini bugün tam siyasi
bağımlılar almış durumda.
Demirtaş, o gün
siyasi olarak gözaltına alınamadı ama bugün yine aynı siyasi irade tarafından
alınıyor.
Her iki
dönemde de siyasi irade aynı olduğu halde, geçmiş hukuksuzluklar için
siyasileri sorumlu görmemek, ancak bugün için görmek tam bir tutarsızlık.
***
Aynı şekilde, ‘hendek operasyonu’ için ‘güvenlikçi FETÖ’cüler’ suçlaması
yöneltip, bugün Afrin’e yapılan operasyonu siyasi iradeye bağlamak da tutarsız.
İktidar, söz
konusu dönemde Çözüm Süreci’ni her şeye rağmen sürdürdü. Hatta Çözüm Süreci ile
ilgili koruyucu yasalar çıkardı.
Güvenlik
bürokrasisinde de o zamanlar istediği gibi değişiklik yaptı.
Siyasi
iradenin o dönem izin vermediği hiçbir şey, bugün olduğu gibi yapılamazdı,
yapılmıyordu.
Şimdi,
geçmişte yaşananlar için aynı iktidarı aklayıp, şimdiki yaşananlar için
iktidarı suçlamak da tutarsız.
***
Gelelim
gerçeğe, Demirtaş neden tutuklandı?
3 net sebebi
var.
Birincisi,
PKK’nın sürece rağmen silahı bırakma yönünde irade göstermemesi.
İkincisi,
Demirtaş’ın da savunmasında ‘yanıldığını
itiraf’ ettiği ‘hendekler’…
PKK’nın bir taraftan silah bırakmazken diğer taraftan da şehir yapılanmaları
ile Çözüm Süreci’ni istismar ederek, kurtarılmış bölgeler oluşturma girişimi…
Üçüncüsü,
belki de en önemlisi, Demirtaş’ın ‘Seni
başkan yaptırmayacağız’ açıklamasıdır. Unutmayın ki, Çözüm Süreci’nin
bitirilmesi 7 Haziran’da iktidarın aldığı yenilginin ardından gerçekleşti ve
oyları artırdığı için de şiddeti artırılarak devam edildi.
***
Demirtaş’ın,
adı gibi bildiği bir gerçeği, iktidarın Kürt hareketi gibi tamamen hukuksuz
zulmüne maruz kalan bir gruba yüklemeyi tercih etmesi ve rüzgarı arkasına
almaya çalışması kanaatimce hatalı bir stratejidir ve bu yolla sonuç alınması
da hayaldir.
Bu yaklaşım,
gerçek failleri aklamakta onlara daha fazla zulüm yapma imkanı sağlamaktadır.
***
Takdir
ettiğim bir siyasetçi olarak Demirtaş’ın, dik duruşu ve zekası ile de ters
düşen ‘mağdurlara bir tekme de benden’ tarzı
bir savunma girişimi hatalı olmuştur.
Demirtaş’ın,
tutuklu tüm vekillerin ve siyasi talimatla hapse atılan tüm diğer tutukluların
mümkün olan en kısa sürede serbest kalmasını temenni ediyorum.