EMİNE EROĞLU-TR724.COM
“Siyaset,” der Üstad, “gaflet ve dalâletin
en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesidir.”
Hele, nefret, toplumda maya tutmuş, bütün işler savaş
mantığı ile çözülür hale gelmişse… Şerrinden Allah’a sığınılması gereken en
çirkin, en gaddarâne, hakiki sûretini gösterir.
Toplumsal bedeni, Süfyaniyet mikrobunun üreyebileceği
kadar zayıflatır.
Rahmeti ve gazabı kendi vasfı olarak gören, ilahlık
iddiasındaki muktedirin yalancı cennet ve cehennemler inşa etmesine izin verir.
Ahmak şeytanlar köşe başlarını tutar.
Yalanı süsleyip çoğaltarak beşerin gerçeklik algısını
bozan zift medyası, sistemin büyücüleri; cellatlığı meslek haline getirmiş
taraftarlar karanlığın bekçileri haline gelirler.
DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN BÜYÜCÜLERİN ŞERRİ
Bediüzzaman, Felak Suresi’nin beş ayetinde işaret edilen
dört şerrin, Allah’a sığınılması gereken katman katman anlamları olduğuna
dikkat çektikten sonra, sureyi kendi zamanına bakan yönüyle tefsir eder.
Üstad’a göre, dördüncü ayetteki düğümlere üfleyen
büyücüler, “savaş taraftarı siyasiler ve onların kontrolündeki medya”dır.
Kendi selamet ve menfaatleri için “küre-i arza ateş atan
üfleyiciler.”
Onlar, şerrin ta kendisidir: Yalanın ta kendisi. Hasedin
ta kendisi. Karanlığın ta kendisi…
Cisme bürünmüş kötülük, utanmazlık, doymazlık.
Büyüleri, diplomatik entrikaları ve siyasi
propagandalarıdır. Medyanın diliyle yığınların karışık düşünce ve duygularına
zehir üfler, gizli plânlarını telkin ederler.
Nihayetinde toplumsal yazgının Kürt meselesi, Alevi
meselesi, milliyetçilik, din düşmanlığı gibi düğümlerini kördüğüm haline
getirir, bin senelik birlikte yaşama kültürünü mahveder ve şerleri vücuda
gelmeye hazırlarlar.
Kibirlerine bile dini bir kisve giydirir; ulu’l emr,
halife, fatih, kurtarıcı, gazi gibi payelerle yoka varlık rengi verirler.
Savaş, o büyücülerin kendi toplumlarını efsunlayarak
attıkları ateşin adıdır.
HALKIN ŞERRİ
Surede geçen ilk şer, “yaratılmışların şerri”dir.
Ve zulmü, bir haddi aşmışlık, sınır tanımazlık olarak
tanımladığımızda, kendisine irade verildiği için, “şerrin öznesi” olarak gözler
yine insana çevriliverir.
Bediüzzaman, ilgili ayette “Halkın şerrinden kendinizi
koruyunuz!” iması olduğunu söyler. Kur’an hizmetinde çalışanlar için gizli
(şimdi açık) bir “imha planı” olduğuna dikkat çekerek…
Hani, “İnsan insan derler idi/ İnsan nedir şimdi bildim!”
der ya Muhiddin Abdal bir şiirinde.
Bilinir, zalimlerin varlık adına değil, şeytan gibi
yokluk alemi hesabına çalıştıkları. İnsaniyet ufkunu kirlettikleri. Dengeleri
alt üst ettikleri…
Bilinir, babanın evlada düşman olabileceği. Yirmi yıllık
eşini “terörist” diye boşayanların çıkabileceği. Bebeklere bile reva görülen
zulme vicdanların sessiz kalabileceği…
Her şeye rağmen insan olabilenlerin saf ve pürüzsüz
halleri de, insaniyetini bir elbise gibi çıkarıp atanların vahşeti de, zamanı
“şimdi” yapan fırtınanın penceresinden görünür hale gelir.
KARANLIĞIN ŞERRİ
Şerrin bir mikrop gibi üreyip çoğaldığı yerdir “karanlık.”
Hele bir karanlıklar ülkesinde yaşıyorsanız. Batıl hak
suretine bürünmüşse ve ak olduklarını iddia edenler zifiri karanlıksa…
O zaman cehaletin karanlığı, faşizmin karanlığı, şiddetin
ve galeyanın, nefretin ve tecavüzün, savaşın ve nihilizmin karanlığı aynı
yokluk denizine akar.
Tefsir-i Kebir sahibi Fahriddün Er-Râzî, “Geceleyin
yırtıcı hayvanlar inlerinden, haşereler deliklerinden çıktığı, hırsızlar ve
soyguncular hücuma geçtiği, yangınlar olduğu ve yardım imkanı azaldığı için
gecenin şerrinden Allah’a sığınılmıştır” der.
Râzi’nin tefsirini, “İşkenceciler inlerinden, kanun
tanımazlar deliklerinden zulmün karanlığında çıktığı, muktedirler aynı
karanlıkta çalmayı devlet geleneği haline getirdiği, ahlaksızlık toplumsal bir
yangın haline geldiği ve mazlumlara yardım imkanı azaldığı için gecenin
şerrinden Allah’a sığınılmıştır” şeklinde okuyabilmek de mümkün.
HASETÇİNİN ŞERRİ
Bediüzzaman, modern zamanda savaşları “dehşetli hasetler
ve rekabetler”in çıkardığı kanaatindedir.
Hasedin
dehşetlisi, hizmete yönelen hasette görüldüğü gibi, hazımsızlıkla başlayan,
çekememezlikle hezeyana dönüşen, sonra da bir tufan olup önüne gelen her şeyi
yıkan o müthiş cinnet hali olsa gerek.
Hitler’i,
Cemil Meriç’in tabiriyle, “Deli Teke” haline getiren duygu.
“Ben yaptım,
ben yarattım, her şey benim eserim!” iddiasındakilerin kendi çukurluklarını
ortaya çıkaracak yükseltileri aşağıya indirme çabası.
Başkalarına
ait fazilet ve meziyetlere tahammül edemeyenlerin hayata ve insana karşı yıkıcı
öfkesi.
Altında kalıp
ezildikleri egolarıyla dünyaya sığmayanların kaderin adaletine olan itirazları,
Allah’ın rahmet ve adaletine düşmanlıkları.
SABAHIN RABBİNE SIĞINIRIM
“Asrın
emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve mânevî şerlerine ve inkılâplarına
ve savaşlarına parmak basmak ve mânen “Bunlardan çekininiz” diye emretmek,
elbette Kur’ân’ın mucize oluşuna yakışır gaybî bir irşaddır.” diyor Hazreti
Pir.
Madem o
“dehşetli ve fırtınalı maddi ve manevi şerler” bitmiyor, devam ediyor; öyleyse
çok sağlam, kudsi bir kale bulup sığınmalı.
Yarattığı
şeylerin şerrinden.
Karanlık
çöktüğü zaman gecenin şerrinden.
Düğümlere
üfleyip büyü yapan büyücülerin şerrinden.
Ve haset
ettiği zaman hasetçinin şerrinden…
Kime? Sabahın
Rabbine.
Aydınlığın
Rabbine. Aşkın ve şevkin Rabbine.
Kışları
baharlara, geceleri gündüzlere inkılap ettiren ümidin Rabbine.
Sığınmalı ve
“güftesi kadim, bestesi yeni diriliş şarkıları” söylemeye devam etmeli.