Hollanda’ya benzer geçmişte İsrail’le yaşanan krizleri değerlendiren Mavi
Marmara yolcusu ve eski AKP milletvekili Ahmet Faruk Ünsal, “Büyük sözler
sarf eden hükümet geri adım atarak, üstelik anayasasını çiğneyerek, İsrail’e
uluslararası sularda korsanlık yapma imtiyazı tanıdı” dedi.
Erdoğan’dan ‘Mavi Marmara’ çıkışı:
Gazze’ye yardım götürmek için benden izin mi aldınız?
dihaber’den Kenan Kırkaya’ya konuşan Ünsal, Mavi Marmara
olayının yaşandığı dönemde Gazze’ye gitme gerekçelerini, “Bizim en temel
talebimiz metrekareye düşen insan yoğunluğunun en yüksek olduğu Gazze gibi bir
yerde küçücük bir coğrafyaya sıkışmış 2 milyon insanın temel insani
ihtiyaçlarının İsrail tarafından engellendiği ve Gazze’nin bir açık hava
cezaevine dönüştürüldüğü gerçeğini dünyaya duyurmaktı” sözleriyle
anlattı.
Ahmet Faruk Ünsal
“Farkındalık amacıyla yer aldık”
Ünsal, yolculuğu organize eden kurumların o dönem, “hükümetle nasıl bir
ilişki içinde olduklarını” bilmediğinin altını çizerek, “Ama hem kendi adıma
hem de MAZLUMDER olarak farkındalık amacıyla o gemide yer aldık. O gemide 35
farklı pasaport taşıyan 600’e yakın yolcu vardı. Gazze’de bir açık hava
hapishanesi olduğunu, insanların orada kuşatıldığını ve hiçbir insani ihtiyaç
malzemesinin oraya gitmediğini dünya tarafından bilinmesini ve İsrail üzerinde
bir baskı oluşturulmasını ve bu hapishane durumunun son bulması için gitmiştik.
Onun dışında kim kiminle ne konuştu onu bilmiyoruz” dedi.
Ünsal, şöyle devam etti:
“Ama bildiğimiz bir şey var, olay uluslararası sularda gerçekleşti
İsrail’in 72 mil açığında gerçekleşti ve bu bir korsanlıktı. Maalesef İsrail’in
yaptığı bu korsanlık hem Türkiye Meclisi tarafından kabul edilerek İsrail’e
imtiyaz tanındı hem de AB gibi kurumlar çok duyarsız kaldılar. Anladık ki
İsrail’in bu dünyada suç işleme imtiyazı varmış.”
“Özür dilendiği söyledi”
Mavi Marmara saldırısı gerçekleştikten sonra Türkiye hükümetinin çok büyük
tepkiler gösterdiğini çok iddialarda bulunduğunu belirten Ünsal, “özür
dilenmesi, Gazze’ye ablukanın kaldırılması ve tazminat karşılığında İsrail ile
ilişkileri yeniden eski düzeyine çıkartılabileceğini” söylediklerini
hatırlatarak şu değerlendirmelerde bulundu:
“Özür dilendi denildi yazılı değil ama Obama’nın cep telefonundan Netenyahu
ile Erdoğan arasında yapılan görüşmede özür dilendiği söylendi. Yazılı bir özür
geldiğini bilmiyorum. Tazminat diye verdikleri şey tazminat olarak geçmiyor.
İsrail’in ölenlerin yakınlarına yardımı iyilikseverliği olarak geçiyor,
tazminat değil. Ki tazminat bir cezanın karşılığı olarak verilen bir maddi
bedeldir. İsrail tazminat kelimesini kullanmayarak bir suç işlemediğini
dolayısıyla bir bedel ödemediğini vurgulamış oldu. Zaten Gazze’ye abluka
kalkmadı. Türkiye Cumhuriyeti ve bütün dünya öteden beri zaten Aşdod üzerinden
Gazze’ye yardım götürüyor. Burada herhangi bir değişiklik olmadı. İsrail’in
verdiği şekilde ve sürede yardımlar Gazze’ye gidecek.
“Geri adım attı”
Türkiye başta ileri sürdüğü 3 büyük iddiayı almadan geri adım atmış oldu.
İkinci önemli adım olarak Türkiye ceza davalarını düşürdü. Bir kere bu
anayasaya aykırı. İsrailli suç işleyen komutanlar hakkında Türkiye’de açılan ceza
davaları düşmüş oldu. Bunu bir uluslararası anlaşma formatına soktular. Ceza
yargısızlığı, yani insan öldürmüş, gemi kaçırmış, korsanlık yapmış insanlara
dönük herhangi bir ceza soruşturmasının düşürülmüş olması temel haklara dair
bir konu olmadığı için uluslararası anlaşmaların konusu edilemez. Çünkü bu olay
uluslararası karasularında gerçekleşti. Dolayısıyla Türkiye kendi anayasasını
çiğneyerek İsrailli katilerin cezasızlığını kendi meclisinde onaylamış
oldu.
“Yalnız bırakıldıkları duygusunu oluşturdu”
İsrail’in uluslararası sularda korsanlık yapabilme hakkı Türkiye
Cumhuriyeti yasalarında ve Türkiye parlamentosu tarafından tanınmış oldu. Artık
İsrail herhangi bir uluslararası sularda herhangi bir bayrak taşıyan gemiye
gidip orada rahatlıkla cinayet işleyebilir, korsanlık yapabilir, mala mülke el
koyabilir, İnsanları esir edebilir, hürriyetlerinden mahrum bırakabilir… Ama
Türkiye İsrail’e bir imtiyaz tanımış oldu. Korsanlık yapabilme imtiyazı.
Hükümetin İsrail’i af eden bu tutumu büyük ağırlığı Türkiye’den olan bu
yolcuların devletleri tarafından yalnız bırakıldıkları duygusunu
oluşturdu.”
“Hollanda’yı suçluyorsunuz da bu ülkenin Ermenileri neredeler?”
Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan krizi de değerlendiren Ünsal,
Hollanda’yı ırkçılıkla suçlayan Türkiye’nin kendisine bakması gerektiğini de
belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:
“Hollanda’yı ırkçılıkla suçladı devleti yönetenler. Bu girişimin ırkçı
ve İslamofobik bir tarafının olduğunu inkar ediyor değilim. Ama Rotterdam’da bu
kararı alan bir Flaman değil, Faslı bir Müslüman. Başkalarına eleştiri yaparken
insanın biraz dönüp kendisine bakması lazım. Bu ülkede bu toprakların
haklarından olan Ermeniler bugün neredeler, Rumlar, Süryaniler neredeler?
Hangisine Türkiye belediye başkanlığı verecek bir çoğulculuk gösterdi? Bütün
bunlar yokmuş gibi sadece son politik kriz üzerinden ırkçılık suçlaması
üzerinden de kendinize özeleştirel olarak bakmanız gerekiyor. Sayın başbakan bu
olaydan 5-6 gün önce televizyona çıkarak 14 Mart’ta Hollanda da bir seçim var,
ondan önce oraya gitmek gerçekçi değil dedi. Buna rağmen hem Dışişleri Bakanı
oraya gitmeye çalıştı hem de karayolu ile bir kadın bakan oraya gitmeye çalıştı.
Ama beli ki bir başka etki ile kadın bakanımız Hollanda kapılarına
dayandı.”
Srebrenitsa katliamının da gündeme bu aşamada getirilmesini eleştiren
Ünsal, “Bu katliam 1995 yılında gerçekleşti. Biz geldik 2017 yılına. O
katliamdan bugüne kadar Türkiye ile Hollanda arasında güzel ilişkiler vardı. Ne
oldu şimdi bunu gündeme getiriyorsunuz. Tarihte acılar yaşanmış ama bunu
gündelik siyasetin konusu haline getirmemek lazım” dedi. t24.com