[KEMAL AY-TR724.COM]
Osmanlı’nın son döneminde idareyi
eline alan ve ‘Padişah’ gibi hayli güçlü bir figürü ‘ekarte eden’ İttihat ve
Terakki’nin “İmparatorluk değil miyiz, her şeye gücümüz yeter evelallah!”
yaklaşımı, sonu hüsranla biten maceralara yol açmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül sonunda başlattığı Lozan
polemiğinin vardığı nokta, Musul’un ülke topraklarına ilhakı oldu. ABD’nin başı
çektiği koalisyonun Musul’u IŞİD’in elinden kurtarma operasyonuna Türkiye’nin
katılmasını pek kimse istemiyor maalesef. Ancak Erdoğan’ın “Musul ya bizimdir,
ya toprağın!” yaklaşımı, sosyal medyada yeniden paylaşılmaya başlayan haritalar
ve 15 Temmuz’dan sonra TSK’nın ‘laf dinlemekten başka çaresinin olmaması’
Ortadoğu’da bir maceraya hazır olduğumuzu gösteriyor.
Osmanlı’nın son döneminde idareyi eline alan ve ‘Padişah’ gibi
hayli güçlü bir figürü ‘ekarte eden’ İttihat ve Terakki’nin “İmparatorluk değil
miyiz, her şeye gücümüz yeter evelallah!” yaklaşımı, sonu hüsranla biten
maceralara yol açmıştı. “Enver Paşa” ile sembolleşen ve aslında bir ‘yönetememe
problemi’ olan Osmanlı’nın son dönemindeki felaketler, hâlen İslamcı camiada,
bir çeşit “zafer” olarak anlatılageliyor, Enver Paşa da ‘hayalci’ değil,
‘stratejist’ olarak görülüyor.Bu arada bir yan tartışma olarak, “Erdoğan, II.
Abdülhamit’e mi benziyor, yoksa Mustafa Kemal’e mi?” bulunuyor ama konumuz
henüz bu değil.
Musul bizim neyimiz
olur?
Evvela sorumuz şu: Gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi Musul,
‘bizim meselemiz’ mi? Ya da “Musul’la ilgili tarihi sorumluluğumuz var” sözünün
bir geçerliliği var mı?
Malum, Musul 2014’te IŞİD’in eline düştü ve Türkiye’nin Musul
Konsolosluğu’ndaki personeli de uzun süre IŞİD’in elinde rehin olarak kaldı. Bu
süreçte, istihbarat geldiği hâlde Konsolosluk çalışanlarının şehri terk
etmesini istemeyenin dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğu konusu
hayli tartışılmıştı.Rehinelerin kurtarılması operasyonu da IŞİD’le yapılan bir
pazarlık değil de, MİT’in ‘olağanüstü operasonu’ gibi satılmıştı hatırlarsanız.
Bir süre sonra Süleyman Şah Türbesi’nin ‘taşınması’ da aynı şekilde bir
‘kahramanlık hikâyesi’ olarak dolaşıma sokuldu. Bu operasyonda da Türkiye’nin
bölgedeki YPG güçleri ile işbirliği yaptığı ortaya çıkmıştı.
Hayaller ve hayatlar
Yani Türkiye’nin güneyinde olup bitenlerle ilgili iki türlü
gündemi var: 1. Bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen, diplomatik hamleler; 2.
Türkiye’deki propaganda makinesinin halka anlattığı masallar.Musul’da da bunu
görmek mümkün. Bir yandan Erdoğan, konuştuğu her toplantıda Irak Cumhurbaşkanı
özelinde Musul operasyonu kararını veren ülkelere ‘atar yapıyor’. Diğer yandan
Türk dışişleri Bağdat’a giderek Irak Başbakanı el-Abadî’yi ikna etmeye ve
operasyona ‘burnunu uzatarak da olsa’ dâhil olmaya çalışıyor.
IŞİD sona ererken
Uzmanlar, Musul operasyonunu IŞİD için ‘sonun başlangıcı’ olarak
görüyor. Bu da, Suriye’de kısa vadede iyi kötü bir dengenin kurulacağı anlamına
geliyor. Türkiye de, bu krizden kârlı çıkmanın peşinde. Önce Cerablus’ta
başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu, ardından Musul’a, El-Bab’a ve hatta Rakka’ya
asker göndermekle ilgili ‘heveskârlık’ Erdoğan’ın yeni stratejisi.Bu
stratejinin içinde, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını ‘az da olsa’ genişletip
tarihe geçmek, Türkler arasındaki ‘kült’ pozisyonunu sağlamlaştırmak ve
İslamcıların gönlündeki “Mustafa Kemal’e karşı Enver” pozisyonunu güçlendirmek
var.
‘Güvenilmez partner’
Gerçek dünyada ise, Türkiye’nin Suriye’deki cihatçı örgütlerle
“kapsamı bilinmeyen” ilişkileri, Suriye’deki krizi derinleştirmedeki rolü ve
ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonda sürekli ‘mızıkçılık yapan’ hâli
konuşuluyor. 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması ve Halep
konusunda Rusya’nın güdümüne girmesi, hatta kısa süre sonra Beşşar Esad’la bile
barışabilecek olması, ABD koalisyonu için Erdoğan’ı “güvenilmez partner”
yapıyor.
Erdoğan’ın Musul konusunda bu kadar ‘ısrarcı’ ve ‘pervasız’
konuşmasının bir başka sebebinin de Rusya’nın ABD ile Suriye konusunda yaptığı
pazarlıkta Türkiye üzerinden bir baskı oluşturmak istemesi olduğu konuşuluyor.
Yani Erdoğan, bir yandan Musul üzerinden ‘kahramanlık’ hislerini tatmin
ederken, bir yandan da Rusya’yla işbirliğini geliştirip NATO’ya ve doğal olarak
ABD’ye mesaj vermeye çalışıyor.
Lozan’dan girdi, nereden
çıkacak?
Cumhurbaşkanı, Lozan’a yanlış yerden girdi (Musul’u Türkiye Lozan’da
kaybetmedi aslında, Lozan’dan sonraki diplomatik süreçler sonunda Türkiye
Musul’daki çıkarlarını terk etti) ancak bol miktarda şahadeti övdüğü, “adam
gibi ölmek”ten bahsettiği konuşmalar arttıkça, Türkiye’nin güneyde Enver
Paşavari bir maceraya atılacağına dair ihtimal de artıyor…Suriye ve Irak’ın
IŞİD’den kurtarılması uzun sürebilecek bir süreç. Türkiye’nin gerek ordu,
gerekse istihbarat açısından buna ne kadar hazır olduğu, maalesef en büyük soru
işareti.