Rana GÜL
İş bulmak için gezerken camdaki ilana takıldı
gözleri..!Hasret kokan bir şiiri okur gibi okudu, okudu ve
bir müddet yerinde öylece durdu. Sonra girsem mi girmesem mi, diye düşündü. Zihni
git dedi, ayakları ise kal. İlanın sesi yankılandı kulaklarında
“Çevirme hiç yüzünü, korkma
sen gözlerimden,
Eller gibi davranıp,
görmemezlikten gelme.”
Sonra nasıl olduysa oldu,
kendisini iş yerinde buldu. Buyrun hanım efendi, şu masamız boş. İsterseniz bir
üst katta da aile salonumuz var oraya da alabiliriz. Nasıl arzu ederseniz, dedi
onu karşılayan görevli.
Şey, ben iş başvuruşunu gördüm
onun için geldim. Patronla görüşmem mümkün mü.?
Görevli, Asya’yı şöyle bir
tepeden tırnağa süzdü. Şaşırmış bir halde e.. e.. evet, bayan o zaman şöyle
buyrun ben patrona haber vereyim, diye hafiften kekeledi. Böyle bir bayanın ne
işi olur böyle bir işle diye de söylene söylene gitti.
Patron gelmişti, iş başvurusu
için gelen siz misiniz, diye sordu.
Evet efendim.
İsminizi sorabilir miyim..?
Asya, efendim.
Güzel isim, Asya! Dürüst olmak gerekirse bu iş sana
göre değil, Asya. Birincisi; asgari ücret ve mesaisi fazla. İkincisi; bu yorucu
bir iş ve senin bu yoğunluğu kaldırabileceğini düşünmüyorum.
Üçüncüsü; ben uzun süreli çalışacak bir eleman
arıyorum. Bu yüzden beni oyalama, git kendine daha havalı bir iş bul.
Bakınız efendim!!
Birincisi; ben bir iş arıyorum çünkü ihtiyacım var.
Camdaki ‘temizlikçi aranıyor’ ilanını okudum. O yüzden geldim ve şartları
da öğrenmek istiyorum. İkincisi; insanların giyimine kuşamına bakarak karar
vermeyin.! İhtiyaç sahibi bir insanım.
Üçüncüsüne gelince o kişi neden ben olmayayım.
Şayet kabul ederseniz, buranın temizlikçisi olmak istiyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse patron da; Asya’nın,
giyimine kuşamına bakarak onun da diğer çalışanlar gibi kaçıp gideceğini
düşünmüştü. Fakat Asya’nın kararlı duruşu, nezaketvari konuşmalarından da ikna
olmuştu.
Bu işe ihtiyacım var efendim cümlesi ile son kez
şansını denemişti, Asya.
Asgari ücret, ilk üç ay sigorta yok, sabah sekiz
akşam on mesai istiyorum. Kabul edersen yarın gel başla o zaman, demişti.
Günlük on dört saatlik mesaisi böylece başlamıştı.
Neredeyse yemek molası hariç hiç dinlenememiş, on dört saat ayakta kalmış..!
Bir karınca gibi de vızır vızır çalışmış. Oraya pas pas, buraya çek çek..!
Tuvaletler, lavabolar girilecek gibi değilmiş.
Yerler pas tutmuş, tavanlar neredeyse örümcek bağlamış vaziyetteymiş. Asya, iş
yerini kendi evi gibi sahiplenmiş. Mıntıka bölgesini her gün temizlemiş, silmiş
süpürmüş. Yerler cam gibi olmuş, lavabolar da misler gibi.
İlk günler çok yorulmuş, bırakmayı bile düşünmüş.
Çünkü bu yorgunluğunun üstüne bir de kendi ev ve çocukları da eklenince
yorgunluk dayanılmaz bir hal almış. Çocuklarla da doğru dürüst ilgilenemez
olmuş.
Ama yine de on dört saatlik mesaisine dişini sıkıp
sabretmiş. Eve girdiğinde ayak ağrılarından dolayı ağladığı zamanlar
olmuş ama sabran kesira deyip katlanmış. Bunları kimseye de anlatmamış,
anlatacak kimsesi de yokmuş ya..! Çocukları bazen ağlama seslerine uyanıp gelip
kucaklamış annelerini. O da yorgun kolları ile sarıp sarmalamış onları..!
Onlara, babanızı çok özledim, o yüzden ağlıyorum
demiş. Bu sefer de hep
beraber ağlamışlar ve o hal üzre uykaya dalmışar.
Üç ay geçmiştir.
Asya, iş ahlakının yanında; oturması kalkması,
edebi adabı ile de iş yerinde sevilir ve takdir edilir olmuş. İş yeri sahibi ve
çalışanları ile de aralarında güzel dostluklar oluşmaya başlamış.
Bir gün patronu Asya’yı odasına çağırttırır. Asya,
kıyafetlerini çıkartıp temizlik odasına bırakıverir. Hakkında bir şikayet
olduğunu düşünür. Ne yapalım, demek ki burada ki rızkımızda buraya kadarmış der
ve korka korka Dündar beyin yani patronunun odasına gider.
Kapıyı çalıp odasına girer, buyrun efendim beni
çağırmışsınız, der titrek ve ürkek sesiyle.
Dündar bey sevecen bir tavırla karşılar onu ve
oturmaz mısınız, der. “Bu arada temizlik elbiselerini neden çıkardın, bir yere
mi gidiyorsun kızım der.”
Başını önüne eğer şey efendim,
der. Ellerini bir birine kement yaparak
güç almaya çalışır. Konuşmak için nefesini toparlamaya çalışır, gözyaşları
ondan önce davranır, süzülür yanaklarına..! Yutkunur, yutkunur derin bir
sessizlik oluşur dudaklarında, tüm çığlıklar göz yuvalarında toplanır. Ama
gözyaşları konuşurken, dudaklar gözyaşının sözünü kesip konuşamaz.
Asya, susunca Dündar bey söze girer. Bak Asya kızım
üç aydır bizimle çalışıyorsun. Seni çok seviyoruz, çok da takdir ediyoruz.
Efendim, bu işe ihtiyacım var. Ne olur beni işten çıkarmayın
der, Asya.
Dündar bey, şaşırır o da
nerden çıktı, kızım der.
Bilmiyorum, bugünlerde patronlar
genelde böyle! Bu da beni böyle düşünmeye sevketti efendim, der mahcup bir
şekilde.
Hııımm onlar patronmuş bense bir iş yeri
sahibiyim!!! Havayı yumuşatmak istercesine hem ben seni neden çağırdım biliyor
musun Asya kızım..?
Hayır efendim. Sadece bu işe ihtiyacım var, bunu
bilmenizi istiyorum.
Birincisi; itiraf ediyorum ki iş ahlakın olsun, iş
yerindekilerle uyumlu çalışman olsun takdire şayan. Beklediğimden çok çok
iyisin ve çok da dayanıklı çıktın. Daha önce senin yaptığın bu işte üç ayda
dört beş kişi değiştirdim. Gerçekten bir işe ihtiyacın olduğu konusunda beni
ikna ettin.
İkincisi; biliyorum ki, evlisin ve çocukların var.
Bu işi de mecbur kaldığın için yapıyorsun. Ama ailene nasıl vakit ayırıyorsun
merak ediyorum. Kocan böyle bir işte çalışmana nasıl razı oldu.
Üçüncüsüne gelince kızım, bana durumunu anlatırsan
belki sana daha çok faydam dokunur. Çünkü bu işe normalde üç gün dayanamazdın
ama üç aydır çalışıyorsun.
Seni bu işe sevkeden şey nedir kızım..? Dürüstsün,
ahlaklısın, moda tabirle cemaatci misin..? Neye mecbur kaldın ki erkeklerin
bile yapamayıp bıraktığı işi sen mükemmel bir şekilde yapıyorsun.
Beni kovmayacak mısınız, bunun için çağırmadınız
mı..?
Tabi ki de kovmayacağım, kovarsam senin gibisini
bir daha nerden bulurum diye de tebessüm etmiş. O kadar da uzun boylu değil,
demiş. Sende bir haller zaten vardı kızım. Her halinden cemaatçi olduğun belli,
korkma anlat durumunu..!
Az önce kovulacağı için
ağlayan Asya şimdi sevinçten ağlıyordu. Teşekkür ederim efendim, çok teşekkür
ederim bu işe çok ihtiyacım vardı. Anlatmak zor efendim, insan nereden
başlayacağını inanın bilemiyor.
Gözlerindeki sessiz çıklık
durmuş, dudaklarında ki kömürden kızgın sözler dökülmeye başlamıştı.
Evliyim, masallarda ki gibi
baldan tatlı üç çocuğum var. Eşim kamuda çalışıyordu bir KHK ile ihraç oldu.
Maddi durumumuz iyiydi çok şükür. Huzurluyduk, mutluyduk. Fakat malımıza
mülkümüze tedbir kararı koyulunca perişan olduk. “Muhtar iken muhtaç duruma
düştük.” Çalışmamın sebebi bu..!
Babam, Ankara’da zengin bir
esnaftır. Bir gün geldi, “eşinden ayrılırsan, itirafçı olursan, eşinle ve
yapıyla ilgili de bildiklerini anlatırsan sana ve çocuklarına sahip çıkarım,
senin için en güçlü avukatları tutarım, seni korur, kollarım, dedi.”
Ya bu dediklerini yapmazsam, ne yaparsın dedim.?
Benden böyle bir cevap
beklemiyordu tabi..! Çünkü ben yokluk yüzü görmemiştim. Yazlık, kışlık,
mevsimlik elbiseleri giyen. Evinde ev işlerini görmesi için bir yardımcı
bulunduran, devamlı el üstünde tutulan bir insandım. Eee şimdi bunların
hiçbirisi olmayacaktı.
Bir yanda para pul bir yanda
çileli ve sıkıntılı bir hayat..! Babam, paran varsa huzur var. Yoksa hayat bir
cehenneme döner diye düşünenlerdendi.
Benim yokluğa, fakirliğe
dayanamayacağımı düşünüyordu. O yüzden en ağır tekliflerle çıkmıştı karşıma..!
Bunu ona hiç yakıştıramamıştım. Güç ile beslenen, para ile peylenenler gibi hissetmiştim
kendimi..!
Özür dilerim, babacım; ben
senin dediklerini yapamam demiştim. Başka da bir şey demeye hacet kalmamıştı.
O zaman bir daha evimize gelme
dedi. Biricik kızına bunu dedi, çok sert ve de kararlıydı. Sonra da çıkıp gitti
dünyamdan. Bütün parası, pulu, gücü, şöhreti gözümde sıfırlanmıştı. Beş aydır
ailemle göreşemiyorum. Üç aydır da burada çalışıyorum.
Bir bilge der ki; “gittiğin
yeri cennete çevirmezsen şayet; gittiğin her yer senin için cehennemdir.” Ben
bu işi öyle gördüm, burayı cennete çevirmeye çalıştım, efendim.
Babamı, babamın iş yerini,
eşimin durumunu sordu. Dilim döndüğünce anlattım.
Ben anlattıkça o şaşırıyordu,
inanamıyordu. Ya… ya… ya…diye sözümü bölmeden cevaplar veriyordu.
Benim hayatım böyle efendim,
dedim. İsterseniz yine de kovabilirsiniz. Benim yüzünden başınıza bir şey
gelsin istemem. Benim kovan kovmuş zaten, babam kovmuş, anam kovmuş, siz
kovsanız ne çıkar dedim..?
Bak kızım, ben babanı da
bilmem, cemaati de sevmem. Ama seni çok sevdim, beni çok duygulandırdın. Yüz
kişi gelip anlatsaydı anlamazdım ama sen hal dilinle bana her şeyi anlattın.
Bundan sonra her ay asgari ücret miktarını gel benden al. Sen de git
çocuklarınla ilgilen, ben sana bakarım.
Olmaz efendim, bu şekilde bunu
kabul edemem. Benim paraya değil işe ihtiyacım var efendim. Daha önce babamın
yanında da çalıştım. Mesleğe de, çalışmaya da yabancı değilim.
Peki o zaman şöyle yapalım..!
Aile salonumuzda tecrübeli dürüst bir şefe ihtiyacım var. Sigortanı başlatırım,
maaşına da zam yaparım. İzin gününü de haftada iki güne çıkarıyorum. Çocukların
durumuna göre de şu mesaine tekrar göz atarız. Bu kapıdan öyle girdin, böyle
çıkamazsın..! Bu dar gününde seni bırakamam. Sen artık benim Asya kızımsın
tamam mı..?
Çalışmadan vereceğiniz asgari
ücret teklifiniz vardı ya..! Şimdi bende çalışıyorum ya..! Onu ihtiyaç sahibi
birisine verebilir misiniz efendim, dedim.
Maaşına zam yapmasamıydım,
dedi güldü.
“Öğrendim ki; hayatta her şey
olur; hatta düştüğünüzde tekme atacağını sandığınız insanlar el uzatıp
kaldırabilir.”
Asya, izin günlerinde ne mi
yapıyor..? Kendi gibi mağdur olan ailelere moral ziyaretleri yapıyor. Onlara
maddi manevi destek olmaya çalışıyor.
Rabbim, böyle fedakâr ve
çilekeş insanları, hem bu dünyada hem ahirette bir an bile yalnız bırakmasın! Kaynak: www.magdurlar.com