AP Türkiye Raportörü Kati Piri,
“Komisyon, üye ülkeler ve parlamento da aynı pozisyonu tekrarladı. İdam
cezasının geri getirilmesi resmen askıya alma sürecini tetikler” dedi.
Avrupa Parlamentosu’nun
(AP) Türkiye Raportörü Kati Piri, idam
konusunun AB için kırmızı çizgi olacağını belirterek “Komisyon, üye ülkeler ve parlamento da aynı pozisyonu
tekrarladı. İdam cezasının geri getirilmesi resmen askıya alma sürecini
tetikler” dedi.Piri, tutuklu milletvekillerini ve gazetecileri
hatırlatarak, “Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde AP’deki 8 siyasi
grubun hepsi Türkiye’ye siyasi bir tepki verilmesinde hemfikir. Ama ben şunu da
söyledim; Türkiye ile diyaloğumuz sürmeli” diye konuştu.
Kati Piri’nin
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel‘e verdiği söyleşi şöyle:
“AP’deki bütün gruplar
tepki için hemfikir”
– Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Elmar
Brok ile birlikte Türkiye’ye yapacağınız ziyaretin iptal olmasının
gerekçesi nedir? Türk tarafının sizi istemediği doğru mu ve bu size
ifade edildi mi?
Bu konu AB Bakanı
Ömer Çelik’in geçen haftaki Brüksel ziyareti sırasında Avrupa Parlamentosu
Başkanı Martin Schulz ile yaptıkları görüşmede tartışılmış. Ben görüşmede
yoktum ancak anladığım kadarıyla Ömer Çelik heyetin mahiyetinin Schulz’un
önerdiği isimleri kapsaması durumunda Türkiye’nin ziyareti kabul etmeyeceğini
söylemiş. Heyet zaten Elmar Brok ve benden oluşuyordu. Türkiye’nin beni heyette
istemediğini bu şekilde anlamış oldum.
– AB Komisyonu’nun yıllık
İlerleme Raporu’nun açıklandığı gün AP’deki oturumda müzakerelerin dondurulması
gerektiğini savundunuz. Size göre Türkiye’nin üyelik müzakereleri askıya mı
alınmalı?
Avrupa Parlamentosu’ndaki
görevim sadece Türkiye raportörlüğü değil, aynı zamanda parlamentodaki
çoğunluğu temsil etmek. Bahsettiğiniz günkü tartışmada parlamentodaki 8 siyasi
grubun hepsi aynı şeyi söyledi. Cumhuriyet gazetesine operasyon,
hapisteki 142 gazeteci, 10 milletvekilinin hukuki süreçsiz tutuklanması…
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde AP’deki 8 siyasi grubun hepsi
Türkiye’ye siyasi bir tepki verilmesinde hemfikir. Ama ben şunu da söyledim;
Türkiye ile diyaloğumuz sürmeli.
– Mensubu olduğunuz
Sosyalist Grup’un argümanını diğerlerinden ayıran nedir?
Biz müzakereler resmen
askıya alınsın demiyoruz. Üyelik boyutunun dondurulması gerektiğini
savunuyoruz.
“İdam kırmızı çizgimiz,
askıya alma gerekçesi”
– Türkiye’den bakınca bu
söylediğiniz kelime oyunu gibi duruyor. ‘Müzakereleri resmen askıya almayalım
ama katılım boyutunu donduralım’ demek fiilen işin durması değil mi?
Gerek AB gerekse Türk
vatandaşları şu aşamada Türkiye’de yaşananlar konusunda çok derin görüş
ayrılıkları olduğunun net biçimde farkında. Dolayısıyla da aynı masada oturup
Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu konuşabileceğimizi düşünmenin inandırıcılığı
yok. Peki bizim önerimiz ne anlama geliyor? Biz üye ülkelerin liderlerinden
oluşan AB Konseyi’nden aralık zirvesi sırasında Türkiye’ye
işlerin sonhaftalarda olduğu gibi kötü bir istikamette ilerlemesi
durumunda müzakerelerin olağan şekilde devam edemeyeceğine dair siyasi bir
sinyal göndermesini talep ediyoruz. Türkiye bugün tüm hukukun
üstünlüğü, ifade özgürlükleri, basın özgürlükleri endekslerinde sert bir
düşüşte. Bu düşüşten bir geri dönüş emaresi görünceye kadar da müzakerelerde
yeni fasıl açmaktan bahsetmek inandırıcı değil.
– Resmen askıya almanın
kriteri nedir peki?
Müzakerelerin resmen askıya
alınması için Avrupa Birliği açısından kırmızı çizgi idam cezasının geri
getirilmesidir. Bu, Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu ve AB Konseyi’nin ortak
görüşüdür ve bu görüşümüz devam ediyor. Bugün bunu konuşmaktan dahi son derece
üzgünüm. Ancak maalesef diyalog kayboldu, birbirimizi olumlu yönde etkilemeye
yönelik manivelaları kaybettik. En kötü senaryoları konuştuğumuz bir aşamaya
geldik.
– İdam AB için kırmızı
çizgiyse, hükümet bunu anayasa paketine koyar, referanduma götürür ve halk da
onaylarsa bu müzakerelerin askıya alınmasına mı neden olur?
Evet, bu kırmızı çizgidir
ve biliyorsunuz AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi
Federica Mogherini tarafından ağustos ayında açıklandı. Komisyon, üye ülkeler
ve parlamento da aynı pozisyonu tekrarladı. İdam cezasının geri getirilmesi
resmen askıya alma sürecini tetikler.
– AB Bakanı Ömer Çelik
geçen hafta Schulz ile görüşmesinde idam cezasının pakette olup olmayacağına
dair herhangi bir tüyo vermiş mi?
Bunlar kapalı
toplantılardır ve ben katılmadım. Ama şundan son derece eminim; idam bütün AB
yetkililerinin Türk muhataplarıyla yaptıkları görüşmelerde gündeme getirdikleri
bir konu.
Türkiye’nin kaydettiği
ilerlemelerden ve geldiği uzun yoldan sonra bugün bunları konuştuğumuz için
hayret içindeyim. İdamı kaldırmış, işkenceye sıfır toleransı düstur edinmiş bir
Türkiye’den buraya geldik. 15 yıl sonra, daha önce reformu yapılan konular
tekrar masaya geldi. Üzüntümün AB açısından boyutu bir yana, Türk halkının
bugün hâlâ bu tür tartışmayı yapıyor olmasından hicap diyorum.
– Türkiye son yıllarda
Avrupa kurumlarının kendisiyle ilgili hazırladığı raporları kabul etmeme
eğiliminde. Sanıyorum 6-7 belgeye aynı tepki verildi.
Evet, ben en azından kendi
hazırladığım son iki raporun geri gönderildiğini biliyorum. 9 Kasım’da AB
Komisyonu’nun açıkladığı raporu da iade edecekler mi bilmem ama Türk hükümeti
zaten raporu kabul edilemez bulduğunu açıkladı. Bu durum son 3 yıldır Türkiye
ile yaşadığımız sorunların önemli unsurlarından elbette. Türk hükümeti bugüne kadar
hep AB’ye tam üyelik stratejik hedefimizdir ve bu hedef değişmedi dedi. Ama
biliyorsunuz AB başından beri Türkiye’ye karşı hep ikircikli bir tutum izledi
ve bana kalırsa bu üyelik sürecinin inandırıcılığına çok büyük zarar verdi. Bu
ikircikli tutum nedeniyle Türk vatandaşları AB’ye güvenini kaybetti.
Ben şahsen AB içinde
Türkiye’ye yer olduğuna inanıyorum. Ancak siyasi farklılıklarımız var elbette.
Yıllık ilerleme raporları gibi bir çerçevemiz olmazsa, bu belgeleri
ilişkilerimiz için bir tartışma zemini olarak kabul dahi etmezsek
o zaman verimli bir diyalog kurmak çok zor olacak. Devamlı
birbirimize bağırır hale geldik. İki tarafın halkları da masanın diğer
tarafının güvenilir olmadığını hissediyor.
– AB cephesi krizin
büyümesini engellemek için yeni bir girişim ya da jest yapar mı?
Ben bu istikamette yol
alabilmek ve ilişkileri düzeltmek için her türlü görüşe açığım. Kapımız açık.
Bu ziyaret ve heyet nedeniyle yaşanan krizin geçici bir şey olmasını diliyorum.
“Jest yapmak istedi
ama…”
– AB Bakanı sizi
eleştirirken ‘ırkçı ve basiretsiz’ gibi ifadeler de kullandı. Bu tür tepkilerin
hedefi olmak sizi üzüyor mu?
İletişim kanallarını açık
tutmaya çalışırken bir şekilde kendimizi yanlış bir iletişim şeklinin içinde
buluyoruz ve sonuçta diyalog kanallarını açmak yerine kapatmış oluyoruz. Geçen
hafta olan da tam budur. Parlamento Başkanı Schulz bir jest yapmak istedi.
İki tarafgörüşmeler yaparak yanlış anlaşılmaları gidersin, endişeler
paylaşılabilsin diye Türkiye’ye ağustosta gönderdiği heyetini yeniden göndermek
istedi. Ancak sonuçta yine diyalogdan uzak bir yere düştük. Benim istenmediğime
dair haberler yapıldı ve yine medya üzerinden mesajlar verildi. Bu
yaklaşım işleri daha da kötü bir hale sokuyor. Benim gibi Türkiye’nin
geleceğinin AB’ye bağlı olduğunu düşünen bir raportör için giderek
birbirimizden koptuğumuza tanık olmak büyük hayal kırıklığı.
“HDP değil kim olsa aynı
tepkiyi verirdik”
– Ankara’nın sizin
Türkiye’ye dönük üslubunuzu çok sorunlu bulduğunu biliyoruz. Hem sizin hem de
meslektaşlarınızın Türkiye’ye karşı dışlayıcı ve küstah bir ton kullandığınız
düşünülüyor.
Bunları ilk defa
duymuyorum. Devamlı benim objektif olmadığım, bazı partilere çok yakın olduğum
ileri sürülüyor. TBMM’deki hangi partiye o şekilde muamele yapılmış olsa Avrupa
Parlamentosu aynı tepkiyi verirdi. Verdiğimiz tepkinin, partinin siyasi tandansıyla
ilgisi yok. 142 gazeteci hapisteyken, seçilmiş siyasetçiler iddianame olmadan
hapse atılmışken ben o milletvekilleri hangi partiden diye düşünmeden
endişelenirim. Dolayısıyla da bugüne kadar yaptığım hiçbir açıklamadan pişman
değilim. Benim işim Türkiye’deki iç tartışmaların parçası olmak değil. Ben
Türkiye AB kriterlerine yakınlaşıyor mu, uzaklaşıyor mu ona bakıyorum. Bir gün
gururla Türkiye’nin yeniden AB ile yakın bir ilişkiye doğru yol aldığına dair
olumlu bir rapor yazabilmeyi umut ediyorum.
“PKK terör örgütü ama
silah çözmüyor”
– Türk hükümeti
tarafından, terörle aranıza net çizgi çekmediğiniz savunuluyor. Avrupa
Parlamentosu’nun çeşitli vesilelerle PKK’lılara ev sahipliği yaptığı
düşünülüyor. PKK sizin için ve mensubu olduğunuz Sosyalist Grup için bir terör
örgütü müdür?
Kesinlikle, buna hiçbir
şüphe yok.
PKK konusunda Avrupa
Parlamentosu’nda farklı düşünen sadece küçük bir azınlık var. Yedide bir temsil
oranındaki bu grup, PKK’nın AB terör listesinden çıkmasını savunuyor. Ancak
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin çok büyük bir bölümü –ben de dahil–
bunun doğru bir yol olmadığını düşünüyoruz. Ancak öte yandan parlamentomuzun
büyük çoğunluğu askeri tedbirlerin de soruna bir çözüm olmadığını ve yaşanan
acılara rağmen tarafların bir araya gelip konuşması gerektiğini düşünüyor. Kürt
sorununun siyasi bir çözümü olmalı. Ancak barış görüşmelerinden yana
olduğunuzda, hükümetin insanları havaya uçuranlarla değil ama ılımlılarla bir
diyaloğa girmesini savunduğunuzda bir anda PKK’ya yakın biri gibi görülmeye
başlıyorsunuz. Açıkçası ben bunu son derece akıl almaz buluyorum. Benim
Türkiye’de siyasi partiler arasında bir tercihim olamaz. Hollanda’dan bir
Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak böyle bir rolüm yok. Benim rolüm Avrupa
Parlamentosu adına Türkiye’yi izlemek.
– Avrupa Parlamentosu
Türkiye raportörü olarak görev süreniz ne kadar? Yaşananlardan sonra bu görevi
icra etmeyi sürdürecek misiniz?
Görev sürem tam bir
parlamento dönemini kapsıyor yani 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine
kadar sürecek.
“Ben bir gecede aşırı
sağcıya dönüşmedim”
– Siz görev geldiğinizden
beri Türkiye’nin AB üyeliğini savunan bir siyasetçi oldunuz. Son dönemdeki
eleştirileriniz bu pozisyonunuzun değiştiği anlamına mı geliyor?
Birdenbire neden Türkiye
ile müzakere ediyoruz diye düşünmeye başlamadım. Birdenbire Türkiye’nin diğer
AB üyesi ülkelerden farklı bir kültüre sahip olduğunu düşünmeye başlamadım.
Birdenbire aşırı sağcı siyasi partiler gibi Müslüman bir ülkenin AB içinde
olmadığını söylemeye başlamadım. Birdenbire Türk halkının Alman ya da Fransız
halkından farklı olduğuna kanaat getirmiş de değilim. Bir gecede aşırı sağcı
popülist bir siyasetçiye dönüşmedim. Ama bir yandan da geldiğimiz noktada
Avrupa Birliği’nin güvenilirliğinin tehlikede olduğunu düşünüyorum. Türk
hükümetinin maalesef bizim hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüyle ilgili
anlayışımızdan çok uzak bir yerde olduğunu görüyorum. Yani Türkiye ile ilgili
fikrim değişmedi ama Türkiye’deki gelişmeler bizi AB’nin güvenilir bir aktör
olarak kalabilmesi için şu anda üyeliği konuşmanın anlamsız olduğunu söylemeye
zorunlu kılıyor.
“AB de büyük hatalar
yaptı”
– Müzakereleri dondurma
kararını alırsanız sonuçta bunun bedelini ödeyecek olan Türkiye halkı. Bunun
hiç adil olmadığının farkında mısınız?
Söylediğiniz şeyi
anlıyorum. Ama düşünün ki karşımızdaki ülke Balkanlar’dan bir aday ülke ve bu
ülkede yüzlerce gazeteci tutuklanıyor, ülkenin ikinci muhalefet partisinin
liderleri tutuklanıyor. Böyle bir ülkeye hemen kapıyı kapatmamız gerekmiyor ama
siyasi bir sinyal vermemiz şart. Türkiye’de son haftalarda ve aylarda hiçbir
şey olmamış gibi yola devam edemeyiz.
Haydi masaya dönelim ve
güvenilir bir zeminde müzakereye devam edelim diyecek ilk kişi yine benim. İki
taraf da samimiyetle hatalarını görsün diyecek ilk kişi benim. AB de
Türkiye’nin müzakere sürecinde büyük hatalar yaptı. Biz bu süreçte inandırıcı
ve net olmadık; müzakereyi neden yaptığımız konusunda hep muğlak davrandık. 10
yıldır Türkiye AB için daha az önemliydi ancak mülteci krizi patlayınca birden
yüksek düzeyli diyalog mekanizması kurmak istedik. Bütün bunlara bakınca
Türkiye halkının AB’nin eylemleri ve tepkileri yüzünden neden hayal kırıklığı
içinde olduğunu görebiliyorum. Tekrar vurgulamak isterim; önerdiğimiz
müzakerelerin resmen askıya alınması değil. Resmen askıya almak demek
müzakereler muhtemelen bir daha hiç başlamayabilir demek. Ama müzakerelerin
katılımla ilgili boyutunu dondurmak Türkiye’ye işlerin gidişatını değiştirmesi
gerektiği yönünde siyasi bir uyarıdır. Ama yeniden söylüyorum, kalıcı değil
geçici bir tedbirden bahsediyoruz.
– Bu hafta Avrupa
Parlamentosu’nun tartışacağı karar tasarısı da bu geçici dondurma formülü değil
mi?
Evet, salı günü (yarın)
Federica Mogherini’nin katılacağı bir oturum olacak Avrupa Parlamentosu’nda. Bu
oturumda Türkiye’de son yaşanan gelişmeleri ve ilişkilerimizi masaya
yatıracağız. Bu oturumda bahsettiğim karar tasarısı oylanacak ve büyük
ihtimalle AB Konseyi’nin aralık zirvesinde Türkiye ile üyelik müzakerelerini
geçici olarak dondurma yönünde bir siyasi sinyal vermesi istenecek. Ama şunu da
hatırlatmak isterim, Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri durduracak bağlayıcı
bir karar alma yetkisi yok. Bu karar aralıkta toplanacak olan AB üye
ülkelerinin liderlerinin elinde.
“Kapıyı Türkiye
kapatıyor”
– Diyelim ki
dediğiniz oldu ve siyasi liderler Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin geçici
olarak askıya alınmasına karar verdi, sonra yeniden makul bir müzakere zeminine
dönülebileceğine inanıyor musunuz?
Kesinlikle, kesinlikle…
Geçici dondurma siyasi bir mesajdır ve biz bunun düzeltilmesi için diyaloğa
açığız demektir. Ama şu aşamada üyeliği konuşmak ne kadar gerçekçi? Diyalog
kanalları açık kalacak. Türkiye’ye kapıyı kapatmıyoruz. Ama Türkiye’nin eylemlerine,
bize kapıyı kapatıyor olmasına tepki veriyoruz. Bakın bu da yanlış
anlaşılmasın, Türkiye’nin bana kişisel olarak kapıyı kapatmasından
bahsetmiyoruz. Parlamentonun görüşü şu; Türkiye son dönemde attığı tüm siyasi
adımlarla Avrupa Birliği’ne kapısını kapatıyor.