Türkiye’de yaşanan baskı ortamı, insan hakları ihlallerini ve Türkiye’de yaşanan toplumsal kırılmanın Almanya’ya yansımasını Alman medyası yakından takip ediyor. Haberlerde üniversiteler ve akademisyenlere yapılan baskıların Türkiye-Almanya arasındaki akademik ilişkilere olumsuz yansımasına da dikkat çekiliyor.
Türkiye’de 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra başlayan ve sistematik bir şekilde 15 Temmuz darbe girişimine kadar devam eden, darbe girişiminden sonra bir nevi ‘sivil soykırımı’ a dönüşen dehşet tablosu Türkiye dışından daha net görünüyor.Türkiye’de medyanın neredeyse tamamen susturulması veya ‘havuz medyası’ tabir edilen iktidar yandaşı haline gelmesiyle birlikte yaşanan zulümleri, hukuk cinayetlerini, ‘kayyım atama’ adı altında özel mülkiyet hakkının alenen ihlal edilmesini, temel insan haklarının hiçe sayılmasını Türkiye’de yaşayanlar artık öğrenemeseler de Alman basını konuyu yakından takip ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve diğer birçok ülkede çeşitli medya kuruluşları uzun süredir Türkiye’de Hizmet hareketine mensup ve yakın insanlara yapılanları yakından takip ediyor. Bizzat Fethullah Gülen Hocaefendi ile onlarca röportaj yapıldı ve ilk ağızdan birçok soruya cevap verildi.Ancak Alman medyasının konuya ilgisinin başka ve önemli bir nedeni daha var. Bu, Türkiye dışında en fazla Türk vatandaşının yaşadığı Almanya’ya Türkiye’deki toplumsal çatlağın taşınmış olması. 17/25 Aralık sürecinde belli bir düzeyde duran söz konusu çatlak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha sert kırılmalarla çok daha derinleşti.Bu çatlak Türkiye ile sınırlı kalmayarak Türklerin yaşadığı her ülkeye dolayısıyla Almanya’ya da sirayet etti. Almanya’da darbe girişiminin hemen sonrasında başlayan sert ayrımcılık Almanya’da yaşayan Türkler arasında ciddi sorunlara neden oluyor.Dolayısıyla bu konu Alman medyasında sürekli yer buluyor. Almanya’daki Türk toplumu arasında bu tehlikeli çatlak ve Türkiye’den bu çatlağın diri tutulması ve beklide daha da derinleşmesi ve nihai bir kırılmaya neden olması için yapılan yoğun tezvirata Alman medyasında dikkat çekiliyor.
‘TUTUKLANMAYAN TEK MUHALEFET LİDERİ KILIÇDAROĞLU KALDI’
Die Zeit Gazetesi’nde yayınlanan Özlem Topçu’nun Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportajda Türkiye’de muhalefete yapılan baskıya da dikkat çekiliyor. HDP eş başkanlarının ve Cumhuriyet gazetesinden gazetecilerin tutuklanmasının hatırlatıldığı ve Kılıçdaroğlu’nun dışarıda kalmasının garantisinin olup olmadığına dair soruyu Kılıçdaroğlu şöyle cevaplandırıyor: ‘Hayır, hiçbir garanti yok. Çünkü ülke iyi yönetilmiyor.
Ülke baskıyla, tehditle, şantajla yönetiliyor. Yönetenler, Türkiye’nin yakın siyasi geçmişini de bilmiyorlar. Geçmişte yapılan hataların toplumda ne kadar derin travmalara yol açtığını bilmiyorlar. Aynı hataları tekrar ediyorlar. Bu ancak toplumun yaralarını derinleştirir ve kaygıları arttırır. Bugün Türkiye’nin geldiği nokta bu. Aslında bu kaygılar sadece bize özgü olmaktan da çıktı. Türkiye’deki yönetim tarzı bütün uygar dünyanın ortak kaygısı haline dönüştü.’
Röportajda Türkiye’de yaşananların ‘baskı’ dan öteye gidip gitmediğine ve yapılan uygulamaların darbe girişimini aydınlatmakla veya darbelere karşı önlem almakla alakası kalıp kalmadığına dair soruyu da Kılıçdaroğlu, ‘Baskıyı şöyle anlatayım ben size, kuvvetler ayrılığı dediğimiz kavram şu anda Türkiye’de işlemiyor. Yani başta anayasa olmak üzere hukuk askıya alınmış vaziyette. Uluslararası anlaşmalara örneğin Birleşmiş Milletlerde “kişisel ve siyasal haklar uluslararası sözleşmesi”nin 13 maddesine Türkiye çekince koydu.
Çekince koyduğu 2 madde çok önemli, bunlardan birisi, adil yargılanma. Yani ben Türkiye’de adil yargılama yapmayacağım diyor. İkincisi tutuklananlara insani davranma, buraya da çekince koydu. Dolayısıyla gözaltına alınanlara, hapistekilere ben her türlü işkence yapabilirim, dediler. Bunu açıkça deklare ettiler. Siz ne diyebilirsiniz artık. Bütün dünyanın gördüğü bir olay. Bu, baskının ötesinde tabii. Yargı iktidarın amaçlarını gerçekleştirmek için bir sopa olarak kullanılıyor.
Aslında temel sorun yargıda. Bu uygulamalar Türkiye’yi bir adamın iki dudağına hapseden uygulamalar. Aykırı söz söyleyen, farklı bir düşünceyi dile getiren veya siyasal iktidarı eleştiren kişilerden intikam alınıyor.’ şeklinde cevaplandırıyor.
BOYKOT ÇAĞRILARININ ÇAĞRIŞTIRDIKLARI!
WAZ gazetesinde yayınlanan bir haberde de Erdoğan muhaliflerine ve özelde Hizmet hareketine yakın insanlara yönelik Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde yapılan baskılara dikkat çekiliyor. Haberde Erdoğan muhaliflerine ve Hizmet gönüllülerine yönelik yapılan aleni veya sosyal medya üzerinden ‘vatan haini’ ve benzer hakaretler, tehditler, boykot ve ihbar çağrıları vurgulanıyor.
Haberde sözkonusu bu davranışların („Kauft nicht bei…“ cümlesi kullanılarak) dolaylı olarak Nazi Almanya’sında Yahudilere yönelik yapılan boykot stratejisini hatırlattığına da parmak basılıyor. Köln merkezli işadamları derneği Synergie Köln’ün sözcüsü Ramazan Sevinç’in 300 civarındaki üye sayısının yaklaşık yarısının üyelikten ayrıldığı açıklaması da haberde yer alan ayrıntılardan biri.
Türkiye’den yapılan iltica başvurularının ikiye katlandığı (1767’den 3800’e yükseldi), bu tablonun KRV’ de de aynı olduğu, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri pervasızca yapıldığı (KRV Mülteciler Konseyi’nden Birgit Naujoks), Türkiye giriş-çıkışlarında Alman vatandaşlarına bile yapılan aşağılama ve hakaretler (eyalet milletvekili Serap Güler-CDU) haberde yer verilen diğer ayrıntılar arasında. Ayrıca KRV’deki üniversiteler ve Türkiye’deki bazı üniversiteler arasındaki ilişkilerinde bu dönemde ciddi sorunlar yaşadığına da dikkat çekiliyor.
‘TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ ERDOĞAN’IN HEDEFİNDE’
Die Welt Gazetesi ise yaşanan baskı ortamından İstanbul’daki Türk-Alman Üniversitesi (TAÜ)’nin aldığı paya dikkat çekiyor. Haberde Almanya’nın önemli ölçüde desteklediği üniversiteden 2 yardımcı doçent, 3 araştırma görevlisi ve 1 okutman olmak üzere toplam 6 akademisyenin görevinden uzaklaştırıldığına dikkat çekiliyor.
Bilindiği gibi 2010 yılında kurulan Türk-Alman Üniversitesi (TAÜ), Türk yükseköğretim mevzuatına tabi, Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan anlaşmaya dayanarak kurulan bir devlet üniversitesi. Federal Bilim Bakanı Johanna Wanka (CDU)’nın bir sözcüsünün ‘6 akademisyenin ihraç edilmesi endişeyi artırıyor’ ifadesine de haberde yer verilmiş.