Avustralya’da lobi faaliyeti yapmak ve Diaspora Ermenilerine karşı faaliyetlerde bulunmak üzere kurulan ATA-A’nın CEO’su, Avukatı Ertunç Özen, Hizmet Hareketi’nin Ermeni lobisine yardım ettiğine dair iddiaları asılsız buldu. Av. Özen; “Böyle bir şeyin doğru olduğunu düşünmüyorum. ATA-A’nın yönetim kurulunda her kesimden insan olduğu gibi Hizmet Hareketinden arkadaşlarımız da var ve çok da aktifler. Avustralya’da benim gördüğüm kadarıyla Hizmet Hareketi, her zaman bizim önemli destekçimiz olmuştur. Davet ettiğimiz tüm programlarımıza aktif şekilde katılıyorlar. Bunu herkes kabul edecektir. Milli bir dava ve ATA-A kurulurken bütün dernekler bize desteklerini bildirdiler. Ayrıca sadece Hizmet Hareketi değil, Türk toplumunun hiçbir mensubunun bizim aleyhimizde çalıştığını, ya da Ermeni diasporasına destek olduğunun doğru olabileceğine inanmak bile istemiyorum. Fakat ne yazık ki; tarih boyu biz millet olarak hep birbirimizin yolunu kestik “dedi
Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?
1974’te 3,5 yaşındayken ailemle Avustralya’ya göç ettim ve burada büyüdüm. Annem, dilimizi unutmayalım diye evde bizimle hep Türkçe konuşmayı tercih ederdi. Babam ise İngilizcemiz gelişsin diye bizimle pek fazla Türkçe konuşmazdı. Babam, aynı zamanda Avustralya’da ilk İngilizce tercümanlık yapan kişidir. Dolayısıyla diyebilirim ki; Annem Türkçeyi unutmamamız için, babam ise İngilizcemiz ilerlesin diye bizim için çırpındı. İyi ki de öyle yapmışlar. Onlar sayesinde bugünlere geldim. Hatta kızımın Türkçesi de annem sayesinde gelişmiştir.
İlk jenerasyon çok büyük sıkıntılar çekti. Muhakkak ki, siz de bundan nasiplenmişsinizdir. O dönemleri nasıl geride bıraktınız?
Evet, Avustralya’da yetişen ilk nesil olduğumuz için zorluklar çektik. Çevremizde herkes Anglo dediğimiz İngiliz kökenli Avustralyalılardı. Kardeşimle, onların arasında büyüdük. Küçüklüğümüzde bayağı dışlandık, ayrımcılık gördük. Ben daha esmer ve siyah saçlıydım. Adımı değiştirmemi istediler, ama yapmadım. Daha sonraları zamanımın büyük bir kısmını kendi tarihimize okumaya ayırdım. Bu arada aklıma takılan soruları da babama sorardım. Bu azim, kimlik ve kişiliğimi kazanmamı sağladı.
Üzülerek, ifade etmeliyiz ki, toplumumuz kendi aralarında da birbirini dışladılar. Siz böyle bir olayla karşılaştınız mı?
1980’lerde askeri darbeyle, Türk toplumunda bir kargaşa yaşandı. Çok tatsız olaylar ve çirkin hareketlerle karşı karşıya kaldık. O yıllar benim gençlik zamanlarımdı, çok etkilendim. Bu yüzden Türk toplumundan uzak durmaya karar vermiştim. İşin içine politika girince tatsızlıklar oluyor. Bunları görünce ben de, tiksinti oluşturuyordu. O yıllarda bizim büyük bir gençlik kolumuz vardı. Bu ortamda gençler birbirleriyle tanışıyor, kaynaşıyorlardı. Ama halk evi ve federasyonun bölünmesiyle bu çalışmalar da sona erdi. O çirkin bölünmüşlüğe engel olamadık ve kendimi tamamen bu faaliyetlerden soyutladım. Sadece okulumla ilgilendim. Hukuk fakültesini bitirdim, 12 yıldan bu yana avukat olarak önemli ceza davalarına bakıyorum.
Avustralya’daki süreç, sizi yeniden toplumsal meselelerin içine itti. ATA-A’nın da yöneticiliğini yapıyorsunuz. Bu görev, hangi ihtiyaçtan doğdu?
Son yıllarda toplumumuz adına hareket eden, onların hakkını savunacak doğruları dile getirecek bir kuruma ihtiyaç vardı. Ayrıca meydanı boş bulup, Avustralyalılar nezdinde, milletimiz aleyhinde konuşan çok kişi ve gruplar var. Mesela NSW Parlamentosu’nda aleyhimize alınan kararlar, beni çok üzdü. Bu yüzden tek başıma parlamentosuya gidip, “Siz Ermenilerle ilgili böyle bir kararı nasıl alabiliyorsunuz?” diye görüşmeler yaparak bu haksızlığa karşı durmak için çalışmaya başladım. Sonra toplumumuzdan, ATA-A CEO’su olarak görev yapmam konusundaki teklifi kabul ettim. Bugün gelinen noktada, güzel işlerin yapıldığını görüyoruz.
1980’DEKİ SAĞ-SOL KARGAŞASI, TOPLUMUMUZDAN UZAK DURMAMA NEDEN OLDU
ATA-A hangi öncelikli ihtiyaçtan kuruldu?
Propaganda amaçlı değil, Avustralya toplumunun gerçek tarihi bilmesini amaçlıyoruz. ATA-A bu düşünceyle kuruldu. Toplumun tüm farklı kesimini bir araya getirerek birlite, çalışıyoruz. Avustralya’nın birçok bölgesinde tabii bir şekilde kurulan ATA-A, kısa zamanda bir lobicilik kurumuna dönüştü. Bu nedenle, lobi faaliyetlerini yaparken iyi bir iş yaptığımı düşünüyorum. Doğru olanı savunduğum için bunca emek harcıyorum.
Galiba dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkler, Avustralya’da da lobicilik faaliyetinde de çok geç kaldı.
Evet, hem de çok geç kaldık. Bazıları çok solcu, bazıları çok sağcı, bazıları dinci, bazıları dinsiz diyor. Ama bana soracak olursanız, insanın özel yaşantısı veya siyasal fikri ne olursa olsun önemli değil. Eğer toplumun iyiliği için çalışıyorsa, buyursun gelsinler. Yani konuşma değil, ülke için iş yapmak lazım. ATA-A ile ülkemizin, çıkarlarını her alanda korumayı amaçlıyoruz. Aramızda çok farklı düşüncede insanlar var. Dünya görüşleri çok değişik. Ama öyle de olması lazım. Böylece toplumun bütün kesimlerini kucaklamış oluruz. Toplumun sadece bir kesimini esas alamayız. Özellikle Türkiye’nin iç politikasına hiç girmiyoruz, karışmıyoruz. Bu anlamda biz Türkiye’deki hükümetin bir kolu değiliz. Özgür bir kurumuz. Buna rağmen, bizi eleştiriyorlar.
ATA-A’nın kuruluşundan bu yana uzun bir süre geçmedi. Ne gibi somut çalışmalarınız oldu?
Tecrübesizliğimize rağmen, güzel çalışmalar yapıldı. Mesela Başkent Canberra’da, hem İşçi Partisi hem de Liberal Parti’den yaklaşık 40 federal bakan, bürokrat ve milletvekiliyle görüşmemiz oldu. İstisnasız, tüm siyasetçilerin sorduğu tek soru şuydu: ‘Siz şimdiye kadar neredeydiniz? Orada öğrendik ki Ermeni diasporası, altı ayda bir Canberra’ya gidip milletvekilleriyle görüşmeler yapıyormuş. Politikacılara; ‘Hristiyan olduğumuz için, Osmanlı İmparatorluğu bize soykırım uyguladı, 1,5 milyon insanımızı öldürdü’ gibi, 30-40 yıldan bu yana, aleyhte bir propaganda yürütüyorlarmış. Haliyle tek taraflı bilgilendirilen Avustralyalılar da, anlatılanlara inanmak durumunda kalıyor. Biz bunların gerçek yüzünü belgelerle anlatınca, çok memnun kalıyorlar. Hatta bir bakan bana, “Ermeniler her 4 ayda bir gelip, bana yarım saat boyunca bağırıp, çağırıp nutuk attıktan sonra çekip gidiyor. Siz bağırıp çağırmadan meselenizi anlattınız” diye teşekkür etmişti.
DİASPORA ERMENİLERİNE KARŞI YÜRÜTTÜĞÜMÜZ LOBİ, SONUÇ VERMEYE BAŞLADI
24 Nisan’da, sözde soykırımın 100.yılı, 25 Nisan ise Anzak Törenleri’nin 100. yılı olması nedeniyle Diaspora Ermenileri, NSW Parlamentosu’nda olduğu gibi, ‘soykırım’ kararını Federal Parlamentoya kabul ettirme gayretindeler. Böyle bir riski görüyor musunuz?
Dışişleri Bakanı Julie Bishop’ın mektubuyla Avustralya, hem bunun bir soykırım olmadığını, hem de Türkiye dışındaki parlamentoların bu işe müdahale etmemesi gerektiğini kabul ediyor. Birçok politikacı, bizi arayıp daha fazla bilgi istiyor. Bazı milletvekilleri, ‘Parlamentoya böyle bir önerge gelirse karşı çıkacağım’ diyor. Mesela Federal Milletvekili ve Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Craig Laundy; ‘Böyle bir şeyin parlamentoda yeri yok’ diyor. Milletvekili David Elliot, bizi dinledikten sonra ‘bu tasarıya karşı çıkarım ’diyor. Ayrıca NSW Parlamentosu’nda, Dostluk Grubu’nu oluşturduk. Geldiğimiz seviye bakımından bir örnek vermek istiyorum. İki sene önce Justin McCarthy Avustralya’ya geldi. O’nu NSW Parlamentosu’na bile sokamadık, konuşmasını yapmak üzere kiraladığımız salonda bile konuşturmadılar. Ama bir sene sonra Tal Buenos NSW Parlamentosu’nda milletvekillerine bir konuşma yaptı. Bunlar önemli gelişmeler.
Diaspora Ermenileriyle bir temasınız oldu mu?
Kaç sefer görüşme isteğimizi, iletmemize rağmen, Avustralya Ulusal Ermeni Komitesi bizimle görüşmek istemedi. Bugün Ermeni kimliği bu negatif kabulle iç içe geçmiş durumda. Bu ön yargıdan kurtulamıyorlar. Diaspora Ermenileri bugün böyle bir psikolojik travmayla yaşıyorlar. Bir çocuğa anne sütü verir gibi, küçük yaştan itibaren bu nefreti öğretilirse, 20-30 yaşına gelince Türklerden hem korkar hem de nefret eder hale gelirler. Çalışmalarımızda, Avustralya toplumuna bu mesajı vermeye çalışıyoruz. Ermeni lobisinin nefretini anlatıyoruz. Ama biz Ermenilerden nefret etmiyoruz. Burada İstanbul Ermenisi bir fotoğrafçı tarafından parlamentoda organize edilen bir fotoğraf sergisi vardı, ziyarete gittik. Ermenileri dışlayamayız. Şimdi birçok kişi bunu yavaş yavaş eyalet ve federal seviyede görmeye başladı.
LOBİCİLİKTE, ÇALIŞMALARIMIZI KAMUOYUNA TAŞIYAN ZAMAN GAZETESİ GİBİ MEDYA KURULUŞLARI VAR
Faaliyetleriniz konusunda Türk medyasından yeteri kadar destek alabiliyor musunuz? Bu bağlamda ZAMAN Avustralya’nın, lobi çalışmalarına katkısını nasıl görüyorsunuz?
Zaman Gazetesi sağ olsun, ilk günden bu yana bizi destekliyor. Zaman Gazetesi’nin ve yöneticilerinin lobi faaliyetlerine vermiş olduğu destek, bizim için çok önemli. Çatı kuruluş olarak, bütün bir Türk toplumu için çalışıyoruz, onlar için konuşuyoruz. Eğer Türk toplumu bizi desteklemezse, bunca emeğimiz heba olur. Onun için bu desteğin, diğer medya kuruluşları tarafından da verilmesi de çok önemli. Toplumun bu çalışmaları duyması lazım. Bu da medyayla olabilir. Asıl önemlisi, sadece kendi toplumumuz değil, Avustralyalı politikacılar da Türk gazetelerini takip ediyorlar. Bugüne kadar Türklerin aleyhine karar almak kolaydı. Çünkü Türklerden hiçbir tepki gelmiyordu. Ama şimdi yaptığımız çalışmalar ve tepkilerimizi kamuoyuna taşıyan ZAMAN ve diğer medya kuruluşları var.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçtiğimiz ay, ‘Hizmet Hareketi’nin Ermeni lobisine destek verdiğine dair iftirada bulundu. Avustralya’da fiilen lobicilik yapan bir kuruluşun yöneticisi olarak, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu açıklamadan haberim olmadı. Ben Türkiye’deki haberleri ne yazık ki çok yakından takip edemiyorum. Böyle bir şeyin doğru olduğunu da düşünmüyorum. ATA-A’nın yönetim kurulunda her kesimden her dernekten insan olduğu gibi, Hizmet Hareketi’nden arkadaşlarımız da var ve çok da aktifler. Bu milli bir dava ve Avustralya’da benim gördüğüm, Hizmet Hareketi her zaman bizim bir destekçimiz olmuştur. Yapılan tüm programlarımıza katkıda bulunuyorlar. Bunu herkes kabul edecektir. ATA-A kurulurken bütün dernekler bize desteklerini bildirdiler. Ayrıca sadece Hizmet Hareketi değil, Türk toplumunun hiçbir mensubunun bizim aleyhimizde çalıştığını, ya da Ermeni diasporasına destekte bulunduğunun doğru olabileceğine inanmak bile istemiyorum. Ama Türk toplumu arasında maalesef bir birlik ve beraberlik yok. Büyük bir güvensizlik var. Dolayısıyla bu da bizim yurtdışındaki gücümüzü zayıflatıyor.
Peki, bu yanlış duruş ve bölünmenin Avustralya toplumu nezdinde yansıması nasıl oluyor? Temaslarınız sırasında, ne gibi somut olaylarla karşılaşıyorsunuz?
Tabi ki, negatif etkisi oluyor. Bizi yakından tanıyan milletvekilleri, Avustralya’da sayısal olarak çok ama gücümüzün yok olduğunu biliyor. Bölündüğümüz için bizim aleyhimize konuşmak çok kolay. 50 yıldır Avustralya’da olmamıza rağmen, ‘milletvekilimiz’ diyebileceğimiz sadece Laurie Ferguson gibi bir siyasetçi var. Sydney’de 50 bin nüfusa sahip bir toplumun bu kadar politikanın dışında kalması, eşine rastlanılır bir durum değildir. İlk gelen jenerasyonun böyle bir şansı yoktu. Ama artık şimdiki neslin eğitilmesi, politikaya girmesi lazım. Bu olmazsa, bu kadar sessiz bir toplum, ezilip geçilir. Türk toplumu olarak da dağılıp gideriz.
Türkiye’nin bugünkü yöneticileri, devletin gücünü de arkasına alarak, dünyanın 170’e yakın ülkesinde açılan ve önemli bir lobi gücünü oluşturan ‘Türk Okulları’nın kapatılması için ‘aleyhte lobi’ faaliyeti yürütüyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dediğim gibi, Türkiye’nin iç politikasını çok takip etmiyorum. Ama Avustralya’da kim ‘Kapatın Türk okullarını’ diyebilir ki! Maalesef, biz millet olarak hep birbirimizin yolunu kestik. Anlayamıyorum, gerçekten anlayamıyorum. Bir avukat olarak, kendi toplumumuzdan bir meslektaşımla karşılaşınca inanılmaz seviniyorum. Doktor, avukat, işadamı ve diğer meslekten insanlarımız var, hepsiyle gurur duyuyorum. Şunu çok iyi bilmeliyiz, biz birbirimizi sevmeden, saymadan başkaları bizi hiçbir zaman sevip saymaz. Yani birbirimizle kavga ediyor, tartışıyor ve sonra da gidip Avustralyalılara kendimizi bir toplum olarak tanıtmaya çalışıyoruz. Kim bizi dikkate alır? Önce biz örnek bir toplumun parçası olmayı öğrenmeliyiz. Bu nedenle, Türkiye’nin iç politikasını buradan uzak tutuyorum. 45 yaşındayım, 41 senedir Türkiye’de yaşamıyorum. Biz artık bu toprağın insanı olduk. Bizim çocuklarımız burada büyüyecekler. Buranın realitelerine göre hareket etmeliyiz. ‘İşte efendim, bu okul falancılara ait, çocuğumu oraya göndermem’ dersem, kültürümüzün bir parçasını kaybettik demektir. O program filancılara ait katılmam, öteki restoran Alevilerin oraya uğramam, yandaki işyeri Sünnilerin orayla işim olmaz, öteki mahalle de Lazlar var yaşamam gibi ayırırsak, geriye ne kalır? Hiç kimse kalmadı. Üç kişi, üçü de birbiriyle konuşmaz. Böyle şey olmaz. Avustralyalı Türkler olarak, bari bunu bu ülkede yapmayalım. Olmaz bu, asla olmaz. Ortak noktalarımızda buluşup onları korumamız lazım.
Galiba, kendi toplumumuzdan olmayanlara gösterdiğimiz hoşgörü birbirimizden esirgiyoruz değil mi?
Aynen öyle. Hiç tanımadığımız kişilere müthiş bir saygı ve sevgi gösteriyoruz, misafir ediyoruz. Bağrımıza basıyoruz. Ama aynı nezaketi kendi insanlarımıza göstermiyoruz. Birbirimize olan bu kin ve nefreti anlayamıyorum. Sanırım bu toplumumuzun bir özelliği.